Arkaya Oturma, Öne Ver Kendini

ebeveyn | hedefler

Yıl sanırım 2014 veya 2015. Kızların okulu ile Uludağ’dayız.

Onlar yarı karlı, yarı karsız tepelerde kayakta, ben de otelin kafesinde kucağımda bilgisayarım haftanın yazısını yazmaya çalışıyorum.

Sabahtan beri saatlerdir yazmaya uğraştığım “ergenlik” ile ilgili yazım istediğim gibi olmadı, elimde patladı, yılan hikayesine döndü, baktım bugün bu yazıdan bir hayır gelmeyecek, bitiremeden dosyayı kapattım.

Saatlerce uğraşıp da ortaya birşey çıkaramamış olmanın hayal kırıklığıyla kahvemden bir yudum alırken bir yandan da kayanları izlemeye başladım.

Ve nereden estiyse aklıma birden o cümle geldi:

Arkaya oturma, öne ver kendini, korkma, öne öne!” ya da İngilizce’deki klasik tabiriyle “Lean forward”.

Bu cümle herhalde başlangıç veya orta seviye kayak öğrenmeye çalışan herkesin öğretmeninden onlarca kere duyduğu bir cümledir…arkaya değil, öne öne

Çünkü insan doğası işte.

Düşünün bir dağın tepesindesiniz, aşağıya bir bakıyorsunuz, dimdik, önünüzde kocaman bir boşluk.

Ayağınızda henüz nasıl kontrol edeceğinizi tam olarak öğrenememiş olduğunuz iki parça sürekli kayan sopa (kayaklar!).

Kayakları yamaçtan aşağı doğru çevirdikçe hızlanmaya, hızlanmaya başladıkça korkmaya, korkmaya başladıkça da hızınızı kesmek ve kendinizi korumak adına vücudunuzu ve kalçanızı fark etmeden içgüdüsel olarak arkaya doğru çekmeye ve geriye oturmaya başlıyorsunuz.

Kayak hocanız da dilinde tüy bitercesine tekrar tekrar sizi uyarıyor “Arkaya oturma, öne ver kendini, korkma”.

Ama nafile.

Bir hocaya bakıyorsunuz, bir de önünüzdeki dik yamaca ve içinizden diyorsunuz ki “Bu hoca çıldırmış, kendimi öne vermek mi, öne verirsem daha da hızlanırım, kontrolümü kaybederim ve tepe taklak yuvarlanırım, yok yok en iyisi ben yine, arkaya doğru oturayım, neme lazım, temkinli olmakta fayda var”.

Çünkü zannediyorsunuz ki, siz geriye oturdukça, geride durdukça kontrolünüz artacak.

Tutuyorsunuz kendinizi, bir türlü cesaretinizi toplayıp bırakamıyorsunuz, öne veremiyorsunuz kendinizi, korkuyla kaymaya çalışmaya devam ediyorsunuz.

Beyninizin korkuyu yöneten merkezi amigdala oradan bağırıyor “Öne verme kendini, ya düşersen?

Çünkü onun işi sizi korumak. O yüzden aklınıza iyice yerleştiriyor bu cümleyi “Ya düşersem, ya düşersem?

Düşmek” odağınız haline geliyor.

Düşmeye odaklandıkça korkunuz artıyor, korkunuz arttıkça düşmekten daha çok korkar oluyorsunuz, arkaya oturmaya devam ediyorsunuz ve bu bir kısır döngü haline geline geliyor. O noktaya saplanıp kalıyorsunuz. Ne kayakta ilerleyebiliyorsunuz, ne de kaymaktan tam keyif alıyorsunuz.

Halbuki işin ilginç tarafı, içgüdülerimizin tersine, kayakta kendimizi geriye verdikçe kontrol ve dengemiz azalıyor ve düşmelerin çoğu bu nedenle oluyor.

Cesaretimizi toplayıp kendimizi öne verdikçe, yer ile temasımız güçleniyor, vücudumuzun ve dolayısıyla hızımızın kontrolü bize geçiyor.

Hem daha iyi kaymaya, hem de daha çok keyif almaya ve gerçekten eğlenmeye, tatmin almaya başlıyoruz. Korkunun esiri olmaktan çıkıp, anı dolu dolu yaşamaya başlıyoruz.

Bu hiç korkmuyoruz anlamına gelmiyor, korku hala bizi korumak için orada, belki aşırı hızlandıysak, hızımızı dengelemek için tetikte. Ama korku artık orada tek başına yönetemiyor sizi, yanında cesaret de var.

Korku “Arkaya otur” dedikçe, cesaret “Güven bana, bırak ve öne ver kendini, ileri git” diyor.

İşte hayatınızda sadece “korkunun” değil, aynı zamanda “cesaretin” de sesini duymayı öğretmişseniz kendinize, ve de sadece onu duymakla kalmayıp, onu dinleyip harekete de geçme alışkanlığı edinmişseniz, hayatta hangi durumda olursanız olun hiçbir yerde sıkışıp kalmıyorsunuz, ilerliyorsunuz, büyüyorsunuz, gelişiyorsunuz, düşseniz bile tekrar ayağa kaldırıyorsunuz kendinizi ve “kendinizi öne vermeye” devam ederek yolunuza devam ediyorsunuz.

İşte bu “Öne ver kendini / Lean Forward” benim hayattaki bana güç veren ve beni ileri götüren, korkuma rağmen hayallerimin peşinden gitmemi sağlayan ve beni büyüten cesaret cümlem.

Ne zaman ki gerçekten yapmak istediğim birşey var ama amigdalam, korkularım ve egom, beni başarısızlık, eleştiriler ve hayal kırıklığından korumak adına onu denemekten vazgeçirmeye çalışıyorlar, kulağımın arkasından bana:

Yeterince iyi değilsin…

Daha çok eksiklerin var…

Ya başaramazsan…

Ya olmazsa…

Ya insanlar beğenmezse…

Başkaları ne düşünür…diye sürekli fısıldayarak vıdı vıdı yapıyorlar…

Ben de onlara diyorum ki “Sağolun, beni korumaya çalıştığınızı biliyorum ama kusura bakmayın, arkada kalmak bana göre değil, ben kendimi öne vereceğim, görüşürüz, bye!”.

Sonra yoluma devam ediyorum.

Bazen düşüyorum, ama sonra “kendi elimden tutup yine kendimi kaldırıyorum”. “Kendi elimi tutmakta zorlanıyorsam”, güvendiğim insanlardan yardım istiyorum “onlar elimden tutup kalkmama yardım ediyorlar”.

Böylece düşe kalka da olsa, yoluma devam ediyorum.

İki ileri, bir geri.

Ama sonuçta hep ileri.

Bence korkularımıza rağmen, cesaretimizi de yanımıza alıp harekete geçebilmek herkesin öğrenebileceği bir yaşam becerisi.

Yani varsa var, yoksa yok değil.

Cesaret bir kas aslında. Çalıştırdıkça büyüyor, güçleniyor ve gelişiyor.

Bol bol pratik yapmak gerekiyor.

Önce küçük, daha az korkutucu şeylerle başlamak en iyisi. Hayattaki büyük başarılar küçük adımlarla başlıyor, sonra o küçük adımlar birleştikçe kartopu misali çığ gibi büyüyüp, bizi istediğimiz hayata kavuşturuyor.

Kendinize gün boyunca hangi soruları sorduğunuz çok önemli. Çünkü sorularınız, siz hiç farketmeden yaşam kalitenizi belirleyecek çoooook etkili cümleler.

Ya düşersem? Yanlış soru.

Nasıl ileri gidebilirim? Doğru soru.

Kaybedecek neyiniz var ki? En kötü ihtimal düşersiniz ve tekrar kalkarsınız.

Bu süreçte de birçok şey öğrenip kendinizi geliştirirsiniz, bir daha sefere denerken daha tecrübeli ve donanımlı olursunuz.

Ne demişler? “Başarısızlıktan birşeyler öğrendiğiniz sürece o başarısızlık değildir”.

Bu yazıyı hangi ayda okuyorsunuz bilmiyorum ama şu an itibariyle lütfen kendinize şunu sorun:

"Bu yılın sonunda kendinizi nasıl hissetmek istiyorsunuz?"

Size bir ipucu vereyim.

Nasıl hissetmek istiyorsanız isteyin, yolu “korkuyla arkaya oturmaktan değil, cesaretle kendinizi öne vermekten geçiyor”

Bunu yaparak sadece kendinize değil, çocuklarınıza da çok kıymetli bir hediye veriyor olacaksınız.

Çünkü karşılarında ihtiyaçlarının, isteklerinin ve hayallerinin peşinden cesaretle koşan, kendilerine örnek alabilecekleri anne ve babalar görüyor olacaklar.

Yeri gelmişken Çocuğunuzun Olmasını İstediğiniz Yetişkin misiniz? yazımı okumadıysanız, ona da göz atmanızı çok isterim.

Sevgilerimle

Ahu