Sevdiklerinize Bağırmaktan Bıktıysanız Bu Hikaye Size Göre
Guru, öğrencisine sorar:
- İnsanlar neden birbirine bağırır?
Öğrencisi bir süre düşündükten sonra cevap verir:
- Çünkü sakinliğimizi kaybettiğimizde birbirimize bağırırız.
Guru tekrar sorar:
- Ama eğer o kişi tam yanında duruyorsa, bağırmaya ne gerek var ki? Söylemek istediğin şeyi yumuşak bir şekilde de söyleyebilirsin.
Öğrenci başka açıklamalar da getirmeye çalışır ama guru hiçbirinden tatmin olmaz ve sonunda kendi fikrini paylaşır:
- İnsanlar birbirlerine kızdıklarında, kalpleri birbirinden çok uzaklaşır. Bu uzaklıkta seslerini karşılarındakine duyurmak için bağırmaları gerekir. Ne kadar çok kızgınlarsa o kadar kuvvetli bağırmak durumunda kalırlar.
Halbuki iki insan aşık olduğunda ne olur? Kalpleri yakın olduğu için birbirlerine bağırmazlar, yumuşak bir şekilde konuşurlar. Aralarındaki mesafe yok denecek kadar azdır.
Sevgileri arttıkça ne olur? Konuşmak yerine birbirlerine fısıldamaya başlarlar. Hatta beraber yaşlandıkça, fısıldamaya bile ihtiyaçları kalmaz, iletişim kurabilmek için, birbirlerinin gözlerine bakmaları yeterli olur.
Yani kızgın hissettiğimiz zaman, kalplerimizin birbirinden uzaklaşmasına müsade etmememiz lazım. Kalplerimizi birbirinden uzaklaştıracak kelimeler kullanmamak lazım, yoksa birgün gelir ki, kalpler arasındaki mesafe o kadar artmıştır ki, geri dönüş yolunu bulamayız.
Bu hikaye beni çok etkileyen bir hikayedir ve hem eşimizle, hem de çocuklarımızla olan ilişkimizde çok aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum.
Günlük hayatın stresi, telaşı, uykusuzluk, aktiviteler, gelecek ile ilgili endişeler, sorumluluklar, hatta gereğinden fazla kullanılan teknoloji ve sosyal medya, kalplerimizi birbirinden uzaklaştıran, sevgiyi soğutan etkenler.
Çocuklarımızla uyku, yemek, terbiye, okul ve benzeri sorumluluklar içinde gün içinde birbirimizin keyfini çıkartmaya pek fırsat kalmıyor.
Halbuki çocuklarımızı niye doğurduk hatırlıyor muyuz?
Sevmek ve sevilmek için değil mi?
Aynı şekilde eşimizle de, hayat telaşı ve sorumluluklardan bazen “karı / koca” olduğumuzu bile unutabiliyoruz.
Peki eşimizle niye evlendik, niye beraberiz?
Yine sevmek ve sevilmek için değil mi? “Sev”gili olmak için değil mi?
Ama günlük hayatımızdan bu “sevmek ve sevilmek” bölümü eksilince, kalplerin uzaklaşması ve canımızdan çok sevdiğimiz insanlara patlamak, bağırmak, kırıcı kelimeler söylemek kaçınılmaz oluyor.
Çözüm?
Kalpleri yakın ve sevgi bağımızı güçlü tutmak için günlük sorumluluklarımızın arasına “kalp yakınlaştırma anları” serpiştirmek.
Hiç gözünüzde büyütmeyin, bahsettiğim şey öyle saatler alan birşey değil. Kısa kısa sevgi anlarından bahsediyorum.
Mesela çocuklarımızla;
Bir anlık sıcacık bir göz teması, bir gülümseme, 5 saniyelik sımsıkı bir kucaklama, 10 dakikalık kısa bir oyun, 3 dakikalık kısa bir dans, takdir eden bir cümle, yanağa kondurulan bir öpücük, 5 sayfa beraber okunan bir kitap, uyumadan önce saçları okşamak, sırt kaşımak, sabah uyanınca sıcacık bir günaydın ve sık sık “seni çok seviyorum, senin annen olmak harika bir duygu” cümlesi…
Gün içinde sorumluluklarımızın arasına kalplerin uzaklaşmasına müsade etmeden küçük küçük bunları serpiştirirsek hem biz annelikten daha çok keyif alıyoruz, hem çocuklarımıza karşı olan sabrımız ve anlayışımız artıyor, hem de çocuklarımız sevildiklerini hissettikleri için taleplerimize karşı daha işbirlikçi oluyorlar.
Hele hele ağladıkları, itiraz ettikleri, inat ettikleri ve bizi en çok zorladıkları anlar, sevgimize en çok ihtiyaç duydukları anlar. O gün onlardan istediğimiz şeylere sürekli itiraz ediyorlarsa bilin ki, aralara “kalp yakınlaştırma anları” serpiştirmeden, üst üste çok fazla şey istemişizdir, ilişkimiz “yap/yapma” komutlarına dönmüştür. Kalpler uzaklaşmıştır ve acil telafiye ihtiyaç vardır. Böyle bir durumda, telefonunuzu ve işinizi bırakıp 5-10 dakika tüm dikkatinizi ona verip, kalpleri yakınlaştıracak aktiviteler yaparsanız, çocuğun daha uyumlu hale gelme ihtimali yüksektir. Sonuç, tabii ki daha az bağrış, çağrış.
Ve tabii ki eşimizle;
Aynen çocuklarımızla olduğu gibi, sık sık dokunmak, sarılmak, öpmek, 1-2 takdir cümlesi, haftada 1 kere çocuksuz başbaşa olabilmek, 20 dakikalık bir tavla oyunu, başınız omuzunda film izlemek, el ele tutuşmak, kısa bir “seni seviyorum, seni özledim” mesajı…kalplerinizi neler yakınlaştırıyorsa…
Uzmanlar anne-baba ilişkisine 3. ebeveyn diyor. Anne babanın beraber mutluluğu çocuğun mutluluğunun ve özgüveninin temeli. İlişkimizi ihmal etmek, çocuğumuzu ihmal etmek ile eş değer.
Anne ve babanın kalpleri birbirine ne kadar yakın ise, tartışmalar bir o kadar azaldığı gibi, anlaşmazlıkla da daha kolay çözülüyor. Kavga, patırtı, gürültü azalıyor.
Peki ya kendimizle;
Kendimizi de unutmamak lazım. Zaten bütün problem, kendi kalbimiz bizden uzaklaştığı zaman başlıyor. Herşeyin başı kendimizi sevmek, kendimize takdir edici, yapıcı sevgi dolu şeyler söylemek. Sürekli eksik ve yanlış yaptığımız şeylere değil, iyi yaptığımız pozitif şeylere odaklanmak. Kendimize karşı anlayışlı ve şefkatli olmak.
Kendimize zaman ayırmak ki tekrar, kendimize ve kalbimize doğru yürüyelim, kendimizle yakınlaşalım, kendi kalbimizi ısıtalım.
Gün içinde 10 dakikalık bir kahve molası, sabah uyandığımızda aynada kendimize gülümsemek, kendimizi iyi yaptığımız şeyler için bol bol takdir etmek, 5 dakika sevdiğimiz ve bize kendimizi iyi hissettiren bir şarkıyı dinlemek, 15 dakika evin civarında yürüyüş yapmak, kendimize, ihtiyaçlarımıza ve mutluluğumuza sahip çıkmak…
Biz dinlenmiş, uykumuzu almış, kendi ihtiyaçlarımıza ve isteklerimize zaman ayırmış olduğumuz zaman, kendimizle daha mutluyuz. Kendimizle daha mutlu olduğumuz zaman da, başkalarına bağırmak için daha az nedenimiz var.
Sonuç
Sevdiklerimize bağırmamanın en etkili ve keyifli yöntemi, kalpleri yakın ve sıcak tutabilmek. Ne kadar yoğun olursak olalım, bahaneleri bir kenara bırakıp bilinçli bir şekilde birbirimize zaman ayırmak. 1 dakikalık bir an bile olsa, sevgimizi hissettirmek.
Hep söylüyorum, hayat kısa. Biz de, sevdiklerimiz de bugün varız, yarın yokuz. Zamanımızı öfkeyle değil de, sevgiyle geçirmek daha güzel değil mi?
Sevgilerimle
Ahu